VEFALI YOLDAŞ

1920

  Sabah saatleriydi. Halime, küçük bebeğinin ağlaması ile birlikte yavaşça yatağından doğruluyor. Gecenin karanlığı hala gökyüzüne hâkim bir şekilde sanki tüm dünyayı yalnızca ay ve diğer yıldızlar aydınlatıyordu. Küçük kızını beşiğinden alıp yavaşça emzirirken kapının çalınmasıyla dikkati dağıldı. Eşi artık küçük bebekleri için geceleri de çalışıyor, biraz uyuduktan sonra yeniden uyanarak işine gidiyordu. Büyük ihtimalle eve gelen kişi de oydu…

  Kapıyı açtığında eşinin mutsuz ve de yorgun geldiğini görse de pek fazla tepki vermedi, alışmıştı artık onun bu hallerine…Kendinin suçlu olduğunu düşünüyordu. Sonuçta onu sevmeyen bir adamla evlenmiş ve eski eşinden olan bebeğine bakmasını sağlamıştı. Elbette böyle bir zorunluluk yoktu sadece eşi çok vefalıydı ve eski kocasına söz vermişti…

  1915

   O gece de diğer her gece gibi insanların korkarak evlerine kaçıştığı ve bekçilerin evlerde karartma uygulanacağının haber verildiği gecelerden biri. Karşı kaldırımda bir anne çocuğu eteklerinden çekiştirerek ağlıyor ve ne diyor biliyor musunuz?

-Anne babam ne zaman gelecek?

Kadının durgunluğundan anlaşılıyor ki o da bilmiyor. Tıpkı diğer her anne gibi, kim bilir ne kadar zordur bu ardı arkası kesilmeyen sorulara cevap verememek… Belki de biliyordur da bir umut bekliyor, korkusundan kaçıyordur. O ihtimali göz ardı ediyordur. 

   O esnada Halime’ de geçiyor, önüne bir sığırı almış, üstünü yüklerle donatmış. Hayır, eve gitmiyor. Uzunca bir yolu var… Gittiği yer tehlikeli ve tuzaklı. Geceleyin kimsenin onu görmemesi lazım ki mayın yağmuruna maruz kalmasın. Eşinin yolladığı mektuplar üzerine hala onun yaşadığına dair ufak bir umudu var. Diğer kadınlarla beraber yola çıkarken herkes ona tuhaf tuhaf bakıyordu. Nedenini de biliyordu ancak aldırış etmiyordu. Belki eşi de istemezdi onun gelmesini lakin ellere ait bir vatanda da bu bebeği doğurmaya niyetli değildi.

  Yolla çıkalı beş altı saat olmuştu ki Büyük Ayşe durdu. O durunca herkes durdu. Yanlış anlaşılmasın ihtiyar değildir kendisi, yalnız beyi yüzbaşıdır. Bundan sebep iyi bilir buraları. Üç yılı aşkındır gelip gittikleri bu yerlere alışmıştılar aslında ama karanlıkta etraf zor seçiliyor, neyin ne olduğu pek iyi anlaşılmıyordu. Tehlikeler bunlarla kalmamakla beraber herhangi bir vahşi hayvanla karşılaşma ihtimalleri de çok yüksekti. Bu yüzden ona uymaktaydılar…

***

  Denizlerin dalgaları hızla kayalıklara çarpıyor, cephede artan hareketlilik ile denizlere atılan ağır topçu ateşleri ve mayın patlamaları sonucu çıkan gürültülü ses kulakları sağır ediyordu. Cephede işler şimdilik pek yolunda değil gibi… İnsanlar aç ve susuzlar ayrıca yeterli gelmeyen donanma ve hava kuvvetleri yüzünden etrafa karamsarlık hâkim olmuş, gözlerde umut ışığını görmekse bir hayli zor. Bir mucizeye ihtiyaçları var, ama Allah’ın izniyle her şey kendi lehimize dönebilir.

  Tepelerin ardından gelen Halime ve diğerlerini gören ordu biraz mutluluk ancak biraz da yardıma muhtaçmış gibi hissettiklerinden dolayı utanmış görünüyorlardı. Halime’nin gözleri eşini aramaktaydı, gebe olduğunu bir mektupla iletmişti fakat ona ulaşıp ulaşmadığından da emin değildi. Arkadan gelen Semiha, arkadaşının eşi Hayrettin’e bakındığını anlamış olacak ki ona ‘’kimi aradığını biliyorum ama böyle beklersen de bir işe yaramayacak’’ dedi. Halime’ de ona hak verdi ve bir çadırın içine girdiler. Kanlar içindeki insanları görmek, onların o acınası vücutlarına bakmak Halime’yi endişelendirmişti. Ancak sonra yeniden saldırıya geçen İtilaf Devletleri yüzünden dikkati dağıldı. Ve o da herkes gibi savaş boyunca onlara yardım etti.

  Hayrettin havadan gelen büyük mayınlardan darbe almış ancak hala son nefesini vermemişti. Silahıyla rastgele karşıya doğru ateş ediyor ve bilincini hızla kaybediyordu. Bunu fark eden cephe arkadaşı Mevlüt, onun elindeki silahı aldı ve birini çağırarak hızlıca şifahaneye götürmesini söyledi. Aynı zamanda şifahane çadırlarının içerisinde bulunan Halime, eşinin kanlar içerisinde kaldığını görmesiyle bayılması bir oldu. Kadınlar Halime’yi bir sedire yatırırken, Hayrettin’i ise sargı bezlerine sararak kanını durdurmaya çalışıyorlardı.

***

  Birkaç gün geçtikten sonra, Halime ayılmış, Türk askerleri bir adet gemi bile batırarak, zaferin tadını çıkarmaktaydı. Dışarıdan gelen sığırların ve öküzlerin büyük adımları ile biraz su ile ekmeği karıştırarak yemek yemeğe başlayan askerler savaşın gürültülü seslerinin azalmasıyla rahatlamış ve de karınlarının doymasıyla da mutlu görünüyorlardı. Birkaç lokma yemek yiyen Halime eşinin şu an bulunduğu mütevazı çadıra giderek, onun uyanmış olabileceğini ve müjdeli haberi verebileceğini düşünmüştü…

  Çadıra girdiğinde bir askerin, eşinin yanında dikilmiş, onunla konuştuğunu görmüştü. Adımlarını hızlandırarak, müsaade istemiş ancak eşi bunu reddetmişti. İkisine de söyleyeceği önemli bir şeyin olduğunu sertçe belirterek eşini susturmuştu ki ağzından şu kelimeler döküldü;

-Mektubun ulaştı bana bunun  için endişelenme, bebeğimizi de seni de çok seviyorum ama nefesim tükeniyor ve öleceğimi inkar edemem.

Hemen ardından konuşmaya dahil olmak isteyen Halime;

-Aman deme öyle şeyler ağzından yel alsın!

-Görmüyor musun halimi! Kızmıyorum sana bak bu Şakir benim iyi arkadaşımdır. Eskiden aynı mahallede takılırdık şimdiyse aynı cephede savaşıyoruz. Onunla konuştum sana ve evladımıza iyi bakacak, bundan emin ol. Eğer senin de gönlün razıysa, benim gönlüm razı. Kendine ve çocuğumuza iyi bak. Allah sizi hep iyilerle karşılaştırsın…

-Deme öyle evladını düşün…

-Ben evladımı düşünüyorum hepsi onun güvende yaşaması için. Başka devletin topraklarında doğurmayacaksın. Sana yemin olsun ki hiçbir şey olmayacak.

Bu sözleri söyledikten sonra gözlerini kapatarak sonsuz uykusunun başlangıç adımını attı. Halime olanların şokuyla gözlerinin dolduğunu hissetti. O esnada Şakir de söze karışarak;

-Benim için de zor, yakın dostumdu çocukken… Lakin bu durumda fikrini öğrenmeye ihtiyacım var…

Sözlerinin tükendiğini hisseden Halime sadece kafasını sallamakla yetindi.

Eğer size de tanıdık geliyorsa bu hikaye şunu bilin ki Kurtuluş savaşı döneminde bunun gibi birçok hikaye yaşanmış ancak pek azı yazılmıştır. Bizim askerimiz de milletimizde çok şehit vermiştir. Dünyada yapılan en güzel ve en doğru tercih benim için budur. İlk bakışta vatan için ama aslında ailemiz için şehit olmak. Bir yerde yaşasınlar diye şehit olmak…

Elif İpek Göksu

Bu gönderiye oy ver!
[Toplam: 1 Ortalama: 5]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir