20 yıl sonra yazmak istemek anormal bir durum mu bilmiyorum. Yazmak beyaz sayfalara yaşanmışlıkları dökmek belki başkaları için bir anlam ifade etmeyebilir.. Ama yazar için bambaşka alemlere gitmek, geçmişteki yaşantılarını hatırlamak ,onları dize dize sayfalara dökmek çok ama çok anlamlı olabilir. Burada yazacaklarımı belki kimse okumayacaktır. 2014’e ait bu ajanda defteri belki bir gün geri dönüşüm konteynırında diğerleri gibi tekrar hayat bulacak. Tek farkı üzerindeki yazılanların belki de anılarımın suya karışıp kaybolması olacaktır.
…………….
Bu gün biri bana şöyle dedi. Geçmişini çok karıştırma, geçmişin çok karanlık senin. Bunu söylerken gülümsüyordu, espri yaptığının farkındaydım. Ama akşam geldiğimde bu söz beynimde sürekli yankılanıyordu. Evet geçmişim karanlık benim. Geçmişimde tüm yaşadıklarıma ait lambaları kapatmıştım. Geriye dönüp baktığımda gülümseyerek hatırladığım tek bir anı var mıydı,onu da bilemedim.
Çok çabalamıştım,çok çalışmıştım. Zaman zaman içine kapıldığım girdaplardan çıkabilmek için çok yara almıştım. Yaraları ancak zaman iyileştirir, bunu biliyorum. Ama şunu da biliyorum ki; kabuk bağlayan yaranın mutlaka izi kalır. Üzerinden 20 yıl geçse bile…
……………..
Bu Akşam
Eve geldiğimde hava iyice kararmıştı. Üstelik çok soğuktu. Soğuk iliklerime kadar işlemiş, yüzümdeki kasların uyuştuğunu hissetmiştim. Üzerimi çıkardıktan sonra rahat kıyafetler giyerek mutfağa geçtim. Sıcak bir kahvenin, dışarıda buz tutan bedenime iyi geleceğini düşündüm. 40 yaşındaydım. Ve son 20 yıldır hep aynı ev seremonilerini yapıyordum. İşten eve geliş saatim belli, uyuma saatim belli, sabah kalkma saatim belli. Her şeyi rutine bağlanmış otomat gibi hayat saatim çalışıyordu. Sıkıcı bir anlatım değil mi? Evet ben de sıkılmıştım, diyemeyeceğim. 20 yıl önceki ben, o kadar yorulmuştu ki yaşadıklarından ,son 20 yılın sakinliği ve huzuru hala beni dinginleştirmemişti. Yapmış olduğum kahvenin buram buram taze kokusu beni düşüncelerimden sıyırıp aldı. Derin derin koklayarak salona geçtim.. Sabah çıkmadan şömineye odunları yerleştirmiş,ama yakmamıştım. Ateşi yaktım. Karşısındaki kanepe de bulunan yün battaniyeyi dizlerimin üstüne çektim. Uzun uğraş sonucunda tutuşturduğum ateşin karşısında sıcak kahvemi yudumlarken, buz tutan bedenimin yavaş yavaş çözüldüğünü hissettim. Rahatlamış ve huzur bulmuş olduğumu düşündünüz değil mi? Ama hayır. Çünkü garip şeyler yaşıyorum şu anda. Birden yanan ateşe çevirdiğim bakışlarım donuklaştı. Sanki tekrar donmuştum. Ama bu defa havanın soğukluğundan değil. Hani geceleri uyurken üzerinize bir ağırlık çöker, kıpırdamak istersiniz, bağırıp çağırmak istersiniz. İşte öle bir şey yaşıyorum şu anda. Ama uyumuyorum, rüya da değilim . Kaskatı kesilen bakışlarım ,bedenim, elimdeki kahve ve karşımdaki ateş. Anlamsız bir an yaşıyorum. Her şey silikleşti. Beynim uyuşuyor ve karşımdaki görüntüler karışıyor. Ve karanlık. Göremiyorum…
20 Mayıs
20 Mayıs 2000 ve saat akşamın beşi. Karşımda bulunan duvar saati ve takvimi görüyorum. Neden alevleri yükselen şömine ateşi değil de bu takvim ve saatin önündeyim. 20 Mayıs 2000 saat akşamın beşi. Anlamsız ve boş gözlerle bir süre bakakaldım. İrkildim birden. Ben ateşin karşısında sıcacık kahvemi yudumluyordum. Yani öyle olduğunu düşünüyordum. Yoksa rüya mı görüyordum. Hem 2021 yılında değil miydim ben. Neler oluyordu ?. Kafamın içinde delice sorular dönmeye başladı. Birden başım döndü. Zavallı ayaklarım bu şaşkın bedenimi artık taşıyamıyordu ki ,tekrar beynimin uyuştuğunu hissettim. Sonrası mı? Bilmiyorum. Sonrasını hatırlamıyorum.
………………………
Yaşarken ruhunuzun bedenden çıkıp öylesine başına buyruk dolaştığına inanır mısınız? Beden kafesi olmadan özgürce ,istediği gibi dolaştığı, kimsenin ayıplamadığı, eleştirmediği özgür bir yaşam şekli. Yaşamak sadece bedenle olan bir şey değil bana göre, gerçek anlamda yaşamak; ruhunla hislerinle istediğin gibi, istediğin yerde ,istediğini yapmaktır. Engellemeler olmadan, sınırlar olmadan, dilediğince yaşamak. Şimdi diyeceksiniz ki ; bunları neden anlatıyorsun. Ben de bazen yazdıklarıma anlam veremiyorum. Ama galiba karanlık ve ışıkları kapattığım geçmişimdeki hayatı, istediğim gibi geçiremediğimden bu özlem dolu cümleleri satırlara aktarmak istedim.
………………………….
Saat 5
Göz kapaklarım sanki tonlarca ağırlık altında kalmışta açılmak için savaş veriyordu. Hafifçe araladığım gözlerim, karşısında yine o takvim ve saati gördü. Şimdi her şeyi hatırlamıştım. 20 Mayıs saat akşamın beşi. Her şey bu an itibariyle başlamıştı. Halbuki bu ve sonraki zaman dilimini beynimde yok etmek için ben geçmişimi karanlıklara gömmüştüm. Ama şu var ki beynim bana bu acımasızlğı tekrar gösteriyordu. Bunları düşünürken birden karşımda yıllardır kapıların ardına , sandıklara kilitlediğim ve unuttuğumu düşündüğüm sen karşımda belirdin.
Masmavi gözlerin omuzlarına düşen kumral saçların ve geniş omuzlarınla bana doğru eğilmiş, gülümsüyordun..
-Daldın yine. Ne düşünüyordun bu kadar derin derin?
Gördüklerimin sadece silüet olduğunu, gerçek olmadığını ve sadece benim sanrılarımdan oluştuğunu düşündüm. Ama değildi. Çok gerçekti. Etrafıma bakındım. Bir de sana baktım. Bu arada kendimi çimdiklediğimi ve acı hissettiğimi de hatırlıyorum.
-Elini çabuk tut. Gemi hareket saati yaklaşıyor. Sen hala oyalanıyorsun.
Aklım başıma yavaş yavaş geliyordu. Şu an yaşadığım sadece dejavuydu. Beden penceresinden 20 yıl önce seyrettiğim sahneler yine aynen tekrar ediyordu. Şaşkındım. Yerimden doğrulup ona baktım. Acele içinde telaşla eşyalarını valizine tıkıştırıyordu.Bir yandan bana sesleniyordu..
-Hep senin yüzünden geç kalacağız. Hadi neyi bu kadar derin düşünüyorsun.
Etrafıma şöyle bir bakındım. Evet uzun yıllar önce ailemden kalan bu malikane hiç değişmemiş, beynimdeki resmi tüm hatlarıyla aynıydı.. 1800 yıllardan kalma barok mimari tarzı olan bu taş ev ne çok anılarla doluydu benim için. Tam 27 odası olan kocaman bir taş saray. Çoğunu bilmem bile. Çocukluğumda saklambaç oynamak için saklandığımda hep kaybolduğumu hatırlarım. Bu eve ait tek girmediğim ve girmekten çekindiğim tavan arası ve mahzendi. Hep korkutucu ve gizemli gelmişti bana.
…….
TEKRAR SAAT 5
Ama bi dakika! Acele içinde saatime baktım. Saat akşamın beşi. Bu saatte ne gemisi ne yolculuğu. Hem benim seyrettiğim hayatın bu sahnesinde gemi yolculuğu yoktu. Ona dönerek;
-Nerden çıktı bu seyahat işi?
Eğilmiş, çekmeceden çıkardığı evrakları aceleyle çantasına yerleştiriyordu. Keskin mavi gözleriyle bir hışımla dönüp bana baktı.
-Sen hafızanı mı kaybettin. Noluyor sana bu akşam?
Evet noluyor bana bu akşam. Bu zaman diliminde neden bulunuyorum. Bir zamanlar bir kitap okumuştum. Orada evrende boyut kaymaları olduğundan bahsediyordu. Bu kaymaların zaman sıkışmasından oluştuğunu yazıyordu. Biraz fantastik gelmişti. Pek anlamamıştım.. Şimdi düşünüyorum da yoksa yaşadığım bu an bir boyut kayması mıydı? Aynı şeyi aynı zamanda ama daha farklı yaşamak…
Ortaokul Müdürü